30 Eylül 2011 Cuma

aYakkabilar

Alışveriş yapıyorum. Yüzümde unuttuğum bir garip tebessüm. Kulaklıklarımdan adını bilmediğim İngilizce olmasına rağmen tek kelimesini bile anlamadığım şarkıyı kaba ama tiz sesiyle söyleyen adamın sesı yayılıyor sokağa. Geldiğim yerde çok popülerdi bu parça diye düşünürken birdenbire lüks içinde kıvranan caddenin insanları renk değiştirmeye başlıyor. Neler oluyor derken karşıdan altlarına dar kotlarını çekmiş göbeği açık bluzlerle salına salına bana doğru gelen kadınların çiğnedikleri sakızın kokusunu duyuyorum. Selam vermek için kafamı çevirdiğimde yüzüme tuhaf tuhaf bakan bır cıft ırı gozluk camıyla karşılasıyorum. Omzuma dokunup yanımdan yuruyup gidiyor. O anda kendıme geliyorum. Kendimi kaptırdığım şarkıymış, alışveriş değil.

Hemen kulaklıklarımı çıkartıyorum ve vitrin camlarına yapışıyorum. Ne kadar da özlemişim parıldayan ayakkabı kokusunu...Br iki üçç o kadar çok mağazaya girip çıkıyorum ki başım dönüyor. Başarılı bir alışverişin olmazsa olmazı en yakın kız arkadaş ve buzlu kahve. En yakın kız arkadaşım benim gibi dünyanın en ücra köşelerine kaçıp duruyor. Derdi ne mi? Öğrendiğim an kaçmaktan vazgeçeceğim

En son aradığında etrafında sapsarı tarlalar olan tozlu bir otoyolun ortasında külüstür bir telefon kulübesindeydi. 2 aydır ortada yoktu. Meraktan ölmüştüm. Önce kızgın çığlıklarımı dinledi sabırla. Ben bitirdikten sonra dedı ki: hani bana verdiğin mor bağcıklı ayakkabılar vardı ya onları çok üzgün bir kadına hediye ettim. Ayakkabılar çalışmaktan yıpranmış ellerinde parıldarken o ışığın yüzüne yansımasını görmek istedim.' Telefon kapanmıştı. Bir daha ne zaman arardı. Arasa beni bulabilir miydi bilmiyorum.

Elimdeki poşetten sarkan mor bağcıklar birbirine dolandı. Tıpkı son görüştüğümüzde verdiği pırlanta kolyenin zincirleri gibi.
Elif Akbas 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder